The Conqueror
Şimdi itiraf edeyim, bazı oyunlar daha adını görür görmez damarına dokunur. The Conqueror… Yani “Fatih”! Zaten daha girişte sana diyor ki: “Hazır mısın? Bu sefer senin savaşın var.”
Slotter’da denk geldim bu oyuna. Görseller keskin, sesler gaza getirici. Daha başta kılıçların şakırtısı, at nalları falan… Dedim, bu iş bambaşka.
Semboller hep tarihi figürler, zırhlar, miğferler, sancaklar. Oynarken kendini tarihin ortasında hissediyorsun. Haçlıların arasında, kalenin kapısındasın sanki. Spin attıkça ilerliyorsun. Her dönüş bir adım daha fethe.
The Conqueror, bonus işini çok güzel kotarmış. Scatter denk geldikçe heyecan artıyor. Hele bir üç tanesi bir araya gelsin… Allah! O an oyun seni başka yere alıyor. Ganimet moduna geçiyorsun.
Çarpanlar sağlam, semboller bereketli. Ama asıl olay o grafiklerin verdiği hazzı başka yerde bulamazsın. Slotter sayesinde bu atmosferi yaşıyorsun. Takılmadan, donmadan, savaş meydanında yağ gibi kayıyorsun.
Slotter bu oyunu sanki destan yazmak isteyenler için getirmiş. Giriş kolay, arayüz rahat. Ne karmaşa var ne boş detay. Oyuna giriyorsun ve direkt hikâyenin içindesin.
Mobilde de çalışıyor mis gibi. Yani otobüste giderken bile bir kaleyi kuşatıp ganimeti toplayabiliyorsun. Slotter bu deneyimi şımartıyor, öyle diyeyim.
Şimdi dürüst olalım, bazı oyunlar daha başlığı okurken içine işler. Twilight Princess. Hani böyle karanlık…
Bazen diyorsun ki, “Biraz renk, biraz şeker, biraz da şans olsa fena mı olur?” Al…
Yani şimdi dürüst olalım, kışın ortasında, yorgan altından kafayı çıkarmaya korkarken bir bakmışsın Club Tropicana…
Sweet Bonanza Xmas adı bile kulağa şenlik getirmiyor mu? “Christmas modunda slot mu olur?” diye…
Big Bass Bonanza adı kulağa rahat geliyor değil mi? Balık oltası, göl kenarı, o huzur……
Mustang Gold İsmine bakınca insanın aklına doğayla iç içe bir trip geliyor. Ama bu trip,…